İnsanoğlunun müziği ne zaman, nasıl
keşfettiği insanlık tarihiyle alakalı pek çok bilinmezden biri olsa da, taşlar
ve kemik par çalarının insanların ilk enstrümanları olduğu ve müzik deneyiminin
öncül örneklerinin bu aletlerle ortaya çıktığı varsayılmaktadır. Henüz konuşma
yeteneği edinmemiş küçük çocukları gözlemlediğimizde de, dürtüsel olarak benzer
şekilde ritimsel kalıpları kullandıklarını ve gerek çeşitli gereçleri
kullanarak, gerek el çırparak, gerekse heceleyerek ritmik sesler çıkardıklarını
görebilir ve ilk insanların müziği ile ilgili fikir edinebiliriz.
Dilin tek başına etkili
kullanılmadığını var sayacağımız bu çağlarda müzik, iletişimi kolaylaştıran bir
araç olarak düşünülebilir. Ancak daha önemlisi, insanın kendini ifade etmekten
ziyade tabiattaki sesleri taklit ederek doğa olaylarına hakim olmak, yabani hayvanlardan korunmak ve büyü, tapınma
gibi amaçlarla müzik yaptığı öngörülmektedir. Bu ölçekte müzik yapmak amaç
değil, çeşitli şeyler için araç olarak kullanılmış, insanoğlu müziğin işlevsel
yönünden faydalanmıştır.
Araştırmalar;
ilk çağlardan, nispeten yakın geçmişe kadar müziğin keyif aracı olarak veya
mesleki amaçla icra edilen bir olgu olmadığını ortaya koymaktadır. Öyle ki; bu
gün dinlerken bizi sakinleştirmesini, ruh dinginliği ve zihinsel rahatlama
sağlamasını beklediğimiz müzik, büyük olasılıkla söz konusu eski çağlarda çoğu
zaman yüksek ses şiddeti oluşturarak, tehdit oluşturan başka canlılara gözdağı
vermek ve insanın cılız sesini, doğanın ruhlarına veya tanrılarına duyurabilmek
gibi amaçlarla yapılıyor, dolayısıyla bu günkü “güzel” algımıza göre büyük
farklılık gösteriyordu.
Müziğin
yapı ve süreç tandanslı değerlendirilmesi noktasında, yazılı kaynaklar
bakımından diğer kültürlere oranla daha fazla bilgi edinebildiğimiz; eski Mısır,
Hint, Yunan ve Çin kaynaklarından yola çıkarak, müziğin eski çağlarda“tek
sesli” olduğunu görebiliriz. Bu müzikal gelenekleri genelleyerek; “tek
seslilik” ana başlığında ele almış olmamıza karşın, tüm bu kültürlerde farklı
yapıların ve anlayışların olduğunu göz ardı edemeyiz.
Konuyu
biraz daha detaylı irdeleyecek olursak bilinen en eski müzik Çin müziğidir. Çin müziği
ve çalgıları zamanla çevre ülkelere ve Avrupa'ya da yayılmıştır. Çinli düşünür Konfüçyüs,
müziğin eğitimde ve devlet yönetimindeki etkisini detaylı olarak irdelemiştir. Konfüçyüs;
“Müzik devlet kurar, devlet yıkar” diyerek, daha 2500 yıl önce, müziğin etki
gücüne işaret etmiştir. Yine Konfüçyüs’ün; “Bir ülkenin doğru yönetilip
yönetilmediğini, ahlak açısından yücelip yücelmediğini anlamak mı istiyorsunuz?
O ülkenin müziğini dinleyiniz.” Sözleri Çin kültüründe müziğe nasıl
yaklaşıldığının manifestosu sayılabilir.
Çin'in ses dizisi 12 notaya
dayanır ve do-sol-re-la-mi seslerinden meydana gelen, 5 sesli pentatonik dizi
içinde ortaya çıkmıştır.
Bir
diğer önemli kültür olan antik Mısırda ise, müziğin dini ritüellerde ve günlük
yaşamda sıkça kullanıldığı, hatta kadınların eğlence amaçlı olarak da müziğe
dans ile eşlik ettikleri bilinmektedir. Bu kültüre dair bulunan hiyeroglifler,
bu tespiti doğrularken, antik Mısır kültüründe başta flüt ve arp olmak üzere def, darbuka,
sistron, trompet, çitara, su ile işleyen org en çok kullanılan enstrümanlardır.
Orta Asya müzik kültürlerinde ise
en iyi örnek Hint müziğidir. Bu müzik kültüründe müzik doğaçlama yapılır. Bunun
yanı sıra Hint müziği makamsal bir müziktir. Hint makamları “Raga” ismiyle
anılır. Bilinen 132 Raga vardır. Her Raga değişik zamanlarda, farklı görevler
için kullanılır. Tambura, vina, sitar ve davul Hint müzik kültüründe önemli bir
yere sahiptir.
Müziğin yapısal gelişimi
açısından en önemli müzik kültürü ise antik Yunan olarak kabul edilir. Çünkü
antik Yunan müziği, Asya ve Avrupa kıtalarının sınır noktasında ortaya
çıkmasının da etkisiyle geçirgenliğe daha açık bir müzik olmuş, Avrupa müziğinin,
Asya müziğindeki enstrüman çeşitliliğinden de yararlanarak şekillenmesine zemin
hazırlamıştır.
Antik Yunan'da dans, şiir ve
dinsel törenler birbirinden ayrılmaz bir bütündür. İlk Ilyada ve Odessia'da
müzik, tanrısal bir uyarı ve insan kişiliğini etkileyen bir güç olarak
belirtilir. Antik Yunan müziği de her ne kadar tek sesli bir yapıda olsa da,
Pisagor’un çalışmaları sayesinde, bu gün dünya genelinde kabul gören ve 7
notadan oluşan nota sisteminin temelleri antik Yunan’da atılmıştır. Yine Bu
kültürde ortaya çıkan müzikal gelenek, bu gün yaygın olarak kullanılmakta olan
çağdaş çok sesli müziğin temellerini oluşturmaktadır.
Müziğin
yapısal evrimindeki en önemli dönüm noktası ise 9. Yüzyıl olmuştur. Bu döneme
kadar, çok sesli (Polifonik) müzikten söz edemezken, 9. yüzyılda Paris’teki Notre Dame kilisesinde
çok sesli müziğin ilk örnekleri ortaya çıkmıştır. Bu zamana kadar estetik
kaygısından daha çok, işlevselliğin önemsendiği müzik, bu noktadan sonra
giderek estetik kaygısının daha öne çıktığı bir olguya evrilmeye başlamıştır.
Çünkü çok seslilik kavramı, orkestrasyon gerektiren, farklı enstrümanların
birlikte belli bir uyum ve disiplin çerçevesinde hareket etmesiyle dinleyiciye
de, icracıya da o zaman kadar tanık olmadıkları bir müzik deneyimi sunmuştur.
Elbette
müziğin bir sanat alanı olarak kabul görmesi ve sonrasında sektörel bir
faaliyete dönüşmesi, ilk çok sesli örneklerden sonra, yüzlerce yıl sürmüştür.
Ancak çok seslilik kavramı; müzikte çağdaşlık, elitistlik, sınıflar arası
sınırsallık gibi kavramları da beraberinde getirmiş ve ortaya bu sınırsallığa
tepki olarak sayısız türün çıkmasına da neden olmuştur.
KAYNAKÇA
Alaftan,
Sadi, Tek Sesli Müzikten, Çok Sesli Müziğe (Kasım 2018)
http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2015-2/24.pdf (Adresinden Alıntıdır)
http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2015-2/24.pdf (Adresinden Alıntıdır)
Sarı, Emre, Müzik Tarihi, Nokta E-book Publishing,
2016
Deren, Seçil, Kültürel Batılılaşma, Leiden
Üniversitesi, Mart 2002.
Mimaroğlu, İlhan; Müzik Tarihi, Varlık Yayınları,
İstanbul, 1990.
Öztuna,Yılmaz, “Majör ve Minör Gamlar”, Türk
Musikisi Ansiklopedisi, MEB Yayınları, İstanbul, 1974, Cilt: 2.