1 Ocak 2020 Çarşamba

Turuncu Sandalye Atölyesi



Turuncu Sandalye Atölyesi


Besteci: Alparslan Öztürk
Orijinal dizi: 
Inversion: 
Retrograde: 
Inversion Retrograde:





Program Notu / Teknik Açıklama

Müziği kullanarak somut kavramları ve nesneleri betimlemenin mümkün olmadığı söylense de, müziği bir objeye odaklamak ve o objeyle birlikte sunmak durumunda farklı sonuçlar almak belki mümkün olabilir. Örneğin 12 ton müziğini tüm teknik yönleriyle ortaya koyma amacıyla ortaya çıkan bu çalışma; “Turuncu Sandalye Atölyesi” ismini verdiğim andan itibaren, her dinlediğimde gözümün önüne turuncu renkli sandalyeler gelmesini sağlayacak. Ton kavramını elimizin tersiyle itme yolunda adımlar atarken, müziğin en atonal formda bile algılarımıza ne kadar güçlü etkileri olduğunu bu yaklaşımla ortaya koymak istedim.
Bu eserde 12 ton tekniğinin tüm materyallerini sergilemek için çeşitli yöntemler uygulamaya gayret ettim. Eserde Flüt ve Keman aynı diziyi ve partileri paylaşarak icra ederken, dizinin farklı parametreleri Piyano ile yorumlandı. Eser 2/4 Orta hızda başlayıp, 13 ve 23. Ölçüler arasında 9/16, 23. Ölçüden bitime kadar yine 2/4 olarak üç bölümdür.
Flüt – Piyano ikilisi diziyi sırasıyla; 1-5 ölçü boyu Orijinal(O), 5-9 Inversiyon(I), 9-11 (O), 11-13 (I), 13-15 (R), 15-17 Inversion Retrograde (IR), 17-19 (R+2 Transpoze), 19-21 (R + 4 Transpoze), 31-23 (R+6 Transpoze), 23-27 (O+2 Transpoze), 27-31 (IR+2 Transpoze), 31-33 (R) ve 33-35 Orijinal sıralamasıyla eseri icra edecektir.
Piyano buna paralel olarak; 1-5 (I), 5-9 (O), 9-11 (I), 11-13 (O), 13-15 (IR), 15-17 (R), 17-19 (IR +2 Transpoze). 19-21 (R+4 Transpoze), 21-23(IR+6 Transpoze), 23-27 (O + 2 Transpoze), 27-31 (I+2 Transpoze), 31-33 (O) ve 33-35 (IR) sıralaması ile eşlik edecektir.
Saygılarımla…

Hariçten Bağlama “ÇAĞLAMA”


Ömür Kılıçaslan anısına…

            Çağlama; var olanla yetinmek yerine, sanatına kendine has dokunuşlar yapan Ömür Kılıçaslan ve “Hariçten Gazelciler” grubunun, müziğe attığı imzadır aslında. İlk bakışta gövdesiz, sadece perdeleri olan bir sap ve tellerden oluşan bir tahta parçasına benzese de, yenilikçi ve özgün bir müzikal idealin vücut bulmuş halidir Çağlama. Bu enteresan enstrümanı görür, görmez, gitar ve elektro bağlamanın sentezlenmesi sonucu ortaya çıktığını hemen anlayabilirsiniz. 
Çağlama, uzun sap bağlamadakine yakın uzunlukta, fakat elektro gitar sapına benzeyen kalınlıkta bir sap ve sap kısmından nispeten kalın olan küçük bir gövdeye sahip telli bir enstrüman. Önceleri ahşap olarak planlanan sap kısmı, daha sonra üzerinde çok gergin elektrogitar telleri olduğu ve bu tel direncine ahşabın mukavemet edemediği görülünce içeriden metal bir iskeletle desteklenmiştir. Bu sap kısmında mikrotonal aralıkların da yer aldığı bir perde sitemi vardır. Enstrumanın gövdesinde de, bir humbucker elektrogitar manyetiği yer alır. Tellerdeki ses bu manyetik tarafından algılanır ve bir kablo aracılığıyla amplifikatöre gönderilir. Enstruman bu yapısı sayesinde hem bağlama, hem de gitar tekniği kullanılarak icra edilebilmekte, ayrıca ton olarak da elektro bağlamanın yanı sıra gitar tonlarını da andırmaktadır. Çağlamanın 3, 5, 6 ve 12 telli versiyonları yapılmıştır.
Çağlamanın mucidi Ömür Kılıçaslan, bu enstrümanın oluşturulma sürecini şöyle ifaze etmiştir:
-Ortaokul yıllarımdan beri elektrogitar çalıyordum ama farklı bir ton ve çalım şekli arayışındaydım. Bir dönem “Galaturka” adlı grupta birlikte çaldığım “Çağlayan Örge” isimli arkadaşıma kafamdakileri aktardım. Çağlayan, solak olduğu çalacak gitar bulamayan, bu yüzden kendi gitarını yaparak gitar çalmaya başlayan biridir. Onun enstrüman yapımı konusundaki bilgisi ve yardımlarıyla bu enstrümanı geliştirdik. Çağlayan’ın sürece katkılarını da düşünerek bu yeni entrumana Çağlama adını verdim.
Ömür Kılıçaslan bu farklı enstrüman için, buna uygun bir repertuar gerektiğini düşünerek Murat Bolat (Bas Gitar – Vokal) ve Turgay Çetin (Davul) ile birlikte, “Hariçten Gazelciler” adlı müzik grubunu kurmuş ve grubuyla iki albüm projesine imza atmıştır. Grubun kurucusu ve Çağlama’nın mucidi Ömür Kılıçaslan’ın, talihsiz bir kaza sonucu genç yaşta ölümü, Hariçten Gazelciler’in müzik kariyerini olumsuz olarak etkilemiş olsa da; Çağlama şimdiden farklılık arayan pek çok müzisyenin ilgi alanına girmiş ve çeşitli sahnelerde yerini almaya başlamıştır. 

KAYNAKÇA

 Karadeniz, Fırat, Bağlamam çağlar 'çağlama' olur (13.11.2010)
https://www.sabah.com.tr/cumartesi/2010/11/13/baglamam_caglar_caglama_olur  (Adresinden Alıntıdır - Kasım 2018)
Magarica, Duyanları Şaşkına Çeviren, Dünyanın en ilginç 13 Müzik aleti (11.06.2015)
https://onedio.com/haber/duyanlari-saskina-ceviren-dunyanin-en-ilginc-muzik-aletleri-525746 (Adresinden Alıntıdır - Kasım 2018)
Toros, Tuna Ezgi, Ömür Kılıçaslan ve “Çağlama”sı (21.06.2014)
https://muziklimevzular.wordpress.com/2014/06/21/caglama/  (Adresinden Alıntıdır - Kasım 2018)

Naturalizm Ve Müzik



Özet:

Bu makalenin amacı; Natüralizm akımını irdelemek ve daha çok, felsefe, bilim, resim, edebiyat gibi alanlarda kendini gösteren bu düşünce akımının, müzik ile bağlantılarını inceleyerek, çıkarımlar yapmak ve Natüralizm-Müzik bağlantısını en uygun şekilde yansıtmaktır. Üzerinde duracağımız konunun derinliği gereği ve anlaşılırlığın en iyi seviyede olabilmesi adına, bu yazı dört temel bölüm olarak planlandı. İlk olarak natüralizm hakkında kısa bir bilgilendirme yapacak, ardından bu düşünce akımının ortaya çıkmasında etkili olan; tarihsel, sosyal, kültürel ve ekonomik nedenleri irdeleyecek, sonrasında natüralizmi tüm bu dayanaklarla detaylıca ele alacak ve finalde de müzik ile natüralizm arasındaki ilişkiyi deşifre edeceğiz.


Natüralizm (Doğalcılık) kavramı


Natüralizm (Doğalcılık); edebiyat, felsefe, sanat ve bilim gibi alanlarda, doğal dünyayı temel alan köklü bir düşünce akımıdır. Natüralizm düşüncesini savunan ve bu düşüncelerin takipçisi olan kişiler, “Natüralist” olarak anılırlar. Natüralist yaklaşımları, modern bilimin de temellerini oluşturan Yöntemsel Natüralizm ve Metafizik (Ontolojik  - Felsefi)  Natüralizm olarak iki başlıkta ele alabiliriz. 

Yöntemsel Natüralizm epistemoloji üzerine kurgulanmıştır. “Metafizikten ve dini inançlardan bağımsız olarak, dünya üzerindeki güvenilir bilgiyi edinmenin yöntemleri nelerdir?” sorusunun cevabını bulmayı amaçlar. Metafizik Natüralizm ise ontoloji üzerine yoğunlaşmış ve varoluşu irdelemiştir. Bu yaklaşıma göre; “Var olan doğadır ve bütün doğrular doğanın doğrularıdır.”   
Natüralist düşüncenin ortaya çıktığı 19. yüzyılı; siyaset, bilim, felsefe ve sanat alanlarında önemli gelişmelerin yaşandığı bir geçiş dönemi olarak kabul edebiliriz. Ancak Natüralist düşünceyi
anlayabilmemiz ve bu düşünce akımının yansımalarını takip edebilmemiz için, daha geniş bir zaman aralığını ve uzunca bir düşünsel yolculuğu irdelememiz gerekir.

Bilinç Devrimi

Rönesans döneminden itibaren, matbaanın da etkisiyle, özellikle Avrupa‟da öne çıkan aydınlanma süreci; 18. yüzyılda, kölelik, kilise baskısı, oligarşik yönetim anlayışı ve monarşi gibi uygulamalara karışlık olarak; bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik gibi fikirlerin geniş halk kitlelerini etkisi altına alması ile bambaşka bir boyut kazanmıştır. Dünya, 19. yüzyıla doğru giderken Fransa‟da, François Marie Arouet(Voltaire), Jean-Jacques Rousseau, Denis Diderot ve d’Alambert gibi düşünürlerin öncülüğünde gerçekleşen Fransız devrimi, düşünen insanın neler yapabileceğini tartışmasız bir şekilde ortaya koymuş ve pek çok yenilikçi düşünce akımının oluşumu için gereken zemini hazırlamıştır.

Fransız devrimi sonrası, yaşama dair neredeyse her şeyin matematiksel bir dengede değerlendirildiği bilimsel rasyonalizasyon ve Klasisizmin aksine, bilinçdışı yaratma olgusunu ve acı, hüzün, sevinç gibi insani duyguları, akılcı eleştirinin önüne koyan Romantizm, başta edebiyat ve müzik alanlarına egemen olmuş, aynı zamanda toplumun farklı kesimlerince de yaygın olarak kabul görmüştür. Ancak 19. yüzyılda ortaya çıkan endüstriyel gelişmeler ve buna bağlı olarak toplumsal sınıfların belirginleşmesi, insanları duygusal perspektiften, gerçekçi bir alana doğru yönlendirmeye başlamıştır.

Bu yeni yapıda dünün aristokratları ve toprak sahipleri, bu günün patronlarına dönüşmüş ve Fransız devrimiyle toplumdaki avantajlı gruplara karşı belli bir denge kuracağını uman kitleler, nihayetinde işçi sınıfı, memur sınıfı ve çiftçiler olarak, dün savaş açtıkları erklerin yeniden güdümüne girmiştir. Üstelik bu kez demokratik hak ve özgürlüklerle ilgili şikayet edebilecekleri bir ortam da yoktur. Geçinmek ve hayatta kalmak için, işini en iyi şekilde yapma ve patronlarla iyi geçinme gerekliliği doğmuştur. İşte bu noktada, duygusal bir yaklaşımın kimseye faydası olmadığı düşüncesiyle, yakın tarihe damgasını vuran romantizme tepki olarak realizm(gerçekçilik) ortaya çıkmıştır.

Realizm, romantizmin yanı sıra, sanatsal bağlamda antik Yunan ve Roma sanatının uyarlamalarıyla kendini gösteren, estetik olgusunu ise; soyluluk, denge ve ölçülülük gibi matematiksel bir sınırsallıkla ele alan Klasisizmi de reddeder. Realist düşüncede hayatın, doğanın, kişilerin ve nesnelerin olduğu veya görüldüğü gibi yansıtılması esastır. Gustave Flaubert‟in,1857‟de „Madame Bovary‟ isimli romanında realizmin ilk örneğini vücuda getirmiştir. Realizmin ortaya çıkışından kısa süre sonra, Emile Zola‟nın, realizmi deneysel bir yaklaşımla ortaya koyduğu ve gerçekliğin rahatsız edici yönlerini de büyük bir açıklıkla sergilediği çalışmaları, realizmim izinde hayat bulan ama çoğu realist düşünür ve sanatçının bile mesafeli olmayı yeğlediği natüralizmin ilk örnekleri olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Bu durumda natüralizmi, özellikle tepkisellik noktasında realizmin bir kolu olarak kabul edebileceğimiz gibi, kökeninde bundan çok daha fazlasını barındırdığını söylemeliyiz.

Thales’den, Darwin’e Natüralizm

Natüralist yaklaşıma göre, gerçekçilik bilimsel deneye dayanmalıdır. Evrende var olan her şey, doğal bir sürecin ürünüdür ve yaşama dair tüm edimler, salt olarak doğanın ürünüdür. Natüralist yaklaşımda tıpkı realizmde olduğu gibi cin, peri ve sair doğaüstü varlıkların hiç var olmadığı ve asla var olmayacağı kanaatinin yanında, bir yaratıcının varlığı da, gözlemlenebilir ve ispata açık olmadığından, yani başka bir ifadeyle, deneysel veri ile algılanabilir olmadığından yok kabul edilir.

Aslında bukabulün gerekçesi kesinlikle dini veya ahlaki bir gerekçe değildir. Natüralizme göre, bilimsel olarak açıklanmamış, deney ve gözlemlerle varlığı ispatlanmamış tüm fikirler, olgular ve varlıklar yok sayılır. Gerçek yalnızca bilimsel metotla izah edilebilir ve doğanın kuralları tüm evren için tek referanstır. Bu yaklaşımla ilintili olarak, doğaya tapma eğilimindeki insanların çoğunun da, tarihsel süreçte natüralist bir anlayışa sahip olduklarını teslim etmek gerekir. Fin paganizmi, şamanizm, minoan dini gibi inanışlar, işlevsel olarak natüralist yapıdaki inanışlara örnek gösterile bilir.

Natüralizm perspektifinde; evrendeki her şeyin doğal karşılıkları olduğu, maddenin hatta soyut kavramların bile arkasında, gözlemlenerek veya deneyimlenerek ulaşılabilecek doğal nedenlerin yer aldığından bahsetmiştik. Bu yaklaşım şüphesiz birçok bilim insanının da dogmatik yaklaşımlardan sıyrılmasına ilham vermiştir. Bu noktada, rahip olabilmek için Cambridge Üniversitesinde teoloji eğitimi alıp, jeolojik gözlemleri sonrası natüralist anlayışı, dini inançlarına tercih eden ve bu temeller üzerine evrim teorisini kurgulayan Charles Darwin iyi bir örnek olacaktır. Darwin‟in ortaya attığı evrim teorisi ve bu teorinin en önemli argümanı olan doğal seçilim, natüralist düşüncenin bilimsel alanda da kısa zamanda karşılık bulmasına neden olmuş, hatta 1920‟li yıllarda Rus kozmolog Alexander Friedmann ve Belçikalı fizikçi Georges Lemaitre tarafından evrenin oluşumuna dair ortaya atılan büyük patlama teorisi de, aynı natüralist yaklaşımla ortaya çıkmıştır.

Natüralizm her ne kadar 19. yüzyıl özelinde ve Realizm ile paralel olarak değerlendirilse de, metafizik natüralizmle alakalı ilk düşünceler Sokrates‟ten önceki İyonya’lı filozofların eserlerinde görülmüştür. Natüralizmin antik Yunan döneminde bir düşünce akımı olarak bilinmemesine karşın,  antik Yunan‟ın yedi bilgesinden ilki olan ve bilimin babası olarak kabul edilen Thales‟in de, bilimsel metoda yönelik natüralist bir anlayışta olduğunu görebiliriz.

Yöntemsel natüralizmin esinlendiği ilk nokta ise, Rönesans dönemindeki skolastik düşünürlerin fikirleridir. Çünkü skolastik düşünürler, her ne kadar yaratıcının var olduğu ve bazı olaylara doğrudan etki ettiğine dair düşünceleri tamamen dışlamasalar da, bilimle izah edilemeyen olayları, mucize, lanet ve benzeri doğaüstü bir kaynağa dayandırmayı adet haline getirmiş çağdaşlarının bu yaklaşımlarına karşı durmuşlardır.

Sanatta Natüralist Yaklaşımlar

Tarihler boyunca kültürel eğilimler, sosyal durum değişiklikleri, dini inançlar ve düşünce akımları sanata doğrudan etki etmiştir. Bu etkilenmeyi, kilisenin, özellikle Avrupa müziğinin şekillenmesindeki etkinliği ile kiliseye karşı ortaya çıkan düşünce akımlarının müziğe yansımalarına bakarak da izlemleyebiliriz. Hülasa, daha önce de ele almış olduğumuz klasisizm, romantizm örneklerinin müzikte devrim niteliğindeki etkileri, bu gün dünyaca kabul görmüş neredeyse tüm müzikal standartların temel doktrini haline gelmiştir.
Natüralizm de, tüm sanat dallarında güçlü şekilde karşılık bulan bir düşünce akımıdır. Ne var ki; düşünce akımlarının, sanat dalları üzerindeki yansımaları ile ilgili yapılan çalışmalar, ekseriyetle natüralizmin edebiyat ve görsel sanatlar üzerindeki etkilerine değinirken,  müzik ile natüralizm bağlantısı göz ardı edilmiştir. Şüphesiz bunda müziğin diğer sanat türleri ile arasındaki algısal farklılıkların rolü büyüktür.

Bilindiği üzere, edebiyat ve görsel sanatlar somut şeyleri ifade etme konusunda müzikten çok daha avantajlı durumdadırlar. Çünkü bu sanat dalları büyük ölçüde insanın yakın çevresinden etkilenmekte ve gözlemlenen olguları olduğu gibi aktarmaktadır. Üstelik bunu her çağda ortaya koyma imkanına sahiptirler. Örneğin antik Mısır uygarlığından günümüze aktarılan ve her biri binlerce yıllık geçmişe
sahip olan hiyeroglifler; o dönemdeki Mısır toplumunun, yaşam tarzı, adetleri, karşılaştıkları önemli olaylar hatta eğlence anlayışları, kıyafetleri, dini ritüelleri gibi sayısız ayrıntıyı sergilemektedir.
Müzik ise birçok açıdan söz konusu uygulamalardan çok farklıdır. En soyut sanat dalı olarak bilinen müzik, Platon‟dan bu yana belirsizlikle özdeşleşmiştir. Müzikal yaklaşımlar ile somut şeyleri ifade etmek neredeyse imkansızdır. Mesela sözsüz bir müzik eserinde, turuncu bir sandalyeyi anlatamayız. Öte yandan müzik, insan psikolojisi üzerinde etki oluşturma bakımından diğer sanat dallarından hiç de aşağı kalmaz. Hatta yapılan bilimsel çalışmalar müziğin insanların ruh hallerine doğrudan etkilerini detaylı olarak ortaya koymakta, insan beyninin müziğe doğrudan tepki verdiği, nörotransmitterler, hormonlar, sitokinler, lenfositler, vital bulgular ve immünoglobülinlerin sadece müzikten yararlanılarak kontrol edilebildiği ispatlanmıştır. Müzik, insanın bilinçaltına doğrudan etki edebilir. Bu sebeple olsa gerek,  bilinen en eski uygarlıklardan, günümüze kadar tüm kültürlerde ve tüm beşeri sistemlerde müzikal yöntemler önemsenmiştir. Yine müzik, insanların eş zamanlı hareket edebilmeleri, duygu-durum değişikliklerine uyum sağlamaları, akılda kalması zor olan metinleri ezberlemeleri ve sözsüz olarak iletişim kurmaları için mükemmel bir araç olmuştur.

Natüralizmin müziğe yansımaları 1890’lı yıllarda zirve yapmış fakat bu etkiler terminolojinin yanlış kullanımı yüzünden çoğu zaman yok sayılmıştır. Bunun nedeni natüralizmin, realizmle ilişkilendirilmesi noktasında yapılan kavramsal yaklaşım hatalarıdır. Çünkü natüralizm ve realizm zıt anlamlı olmadıkları gibi, eş anlamlı olgular da değildir. Realizm birçok sanat akımında soyut yaklaşımlarla kendini gösterirken, natüralizm nesnel yaklaşımlarla kendini göstermektedir. Doğada karşılığı olmayan hiçbir unsur, natüralist anlayışla bağdaşmaz. Natüralizm sanatçıda doğal çevreyi ve şartları betimleyen gerçekçi eserler yaratmak için güçlü arzular uyandırır. Yani natüralizm tüm unsurlarıyla doğaya en üst düzeyde sadakati vurgulayan bir edimdir. Bu nedenle ekspresyonizm (dışavurumculuk) gibi gerçekliğin özünü temsil etmeye veya empresyonizm (izlenimcilik) gibi olayların etkilerini belirli yönleriyle ele almayı da amaç edinmez.  Aksine, kusurlu hatta çirkin olmasına bakmaksızın doğayı tüm unsurlarıyla ifade etmeyi amaçlar. Klasikçi bir sanatçıdan farklı olarak, bir natüralist sanatta doğaya sadakatin her zaman önce gelmesi gerektiğine inanmaktadır. Yani bir natüralist doğaya itaat etmeyi ve sanatında bunu ortaya koymayı diğer tüm ilkelerin üzerinde tutar.
Natüralizm, gerçeği somutlaştırmayı vurgularken, sanatçıyı, belirli ruh halleri gibi, belirli bir kişiliğin kendine özgü özelliklerini temsil etmesi açısından teşvik eder. Evrenselliği, klasisizmi ve kalıcılığı desteklemez çünkü doğa sürekli değişime açıktır.

Buradan da anlaşılacağı gibi, natüralist bir müzisyen, müziği, katışıksız gerçeği ve doğayı dinleyiciye aktarmak için bir araç olarak ele alır.  Edebiyat ve görsel sanatlardaki somutluğun aktarılması hakkındaki avantajlara karşılık, müzik; doğayı soyut yönleriyle de ifade etme yetisine sahiptir.
Natüralizmin müzikle ilişkisinin göz ardı edilmesi, aslında natüralist yaklaşımın ne kadar dar bir perspektiften ele alındığını da gözler önüne sermektedir. Tarihte iyice geriye gidecek olursak, müziğin tamamen doğadan türemiş olduğunu ve insanoğlunun doğa ile iletişimini en etkin haliyle, müzik aracılığıyla gerçekleştirdiğini görebiliriz. Neticede, ilk enstrümanlar doğadaki çeşitli sesleri taklit edebilmek ve bu yolla doğadaki diğer canlılarla iletişim kurmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra en eski dini inançların güneş, yıldızlar, gökyüzü gibi doğanın güçlerine yönelik olduğu ve bu gün adına müzik dediğimiz anlamlı ses öbeklerinin, doğanın seslerini taklit ederek, doğanın güçlerine bir mesaj iletmek için kullanıldığını düşündüğümüzde, müziğin ortaya çıkışında,  sayısız natüralist etkinin varlığını görebiliriz.

19. yüzyıl ve sonrasındaki müziği, natüralist bir yaklaşımla yorumlamak da aslında zor değil. Mesela dramalarda gerçeklik algısının vurgulanması için, sahneyi tamamlayacak natüralist bir müzik
kompozisyonu birinci önceliğe sahiptir. Besteci; müziğinin bu amaca hizmet etmesini sağlamak için, alışılmış kalıpların dışına çıkmalı, bilinen müzik unsurlarından ve nota sistemlerinden ziyade, müzik dışı sesleri ve fikirleri kompozisyonunda öncelikli olarak uygulamaktan kaçınmamalıdır.  Ayrıca besteci kompozisyonunu enstrumantal olarak öne çıkarmayı hedefliyorsa dahi, sözlerin ve görsel öğelerin eşliğine açık bir doku oluşturmaya özen göstermelidir. Natüralist bir müzisyen, bestelediği müzik eserlerinin isimlendirilmesi konusunda bile hassas hareket eder. Aktarmak istediği mesaj ve yaklaşımının ortaya koyduğu ruh hali, eserin ismine de yansımalıdır. Benzer yaklaşımdaki Berlioz‟un “Symphonie Fantastique”(1831) veya Strauss‟un “Don Quixote”(1897) eserleri bu yaklaşıma iyi birer örnektir. 

Naturalizmi daha somut ve baskın bir biçimde ortaya koymayı amaçlayan besteciler, vokal müziğine ağırlık vermişlerdir. Enstrumanların kendine has, soyut tınılarının aksine, insan sesini oluşturan doğuşkan yapısı, dinleyicilerde gerçeklik hissini uyandıran çeşitli psikolojik etkiler uyandırabilir. Ve enstrumanistler ses çeşitliliği konusunda esntrumanlarıyla sınırlı durumdayken, kompozisyona hakim bir solist, gerektiğinde sesinde ton farklılıkları, sönümlenmeler, nüanslar, çığlıklar gibi oynamalar yaparak, komposizyonu başarılı bir şekilde icra edebilir. Bu sayede mesajın yeterince vurgulanabilmesinin yanında, dinleyicide gerçeklik hissinin oluşması sağlanacaktır.

Daha önce bazı besteciler tarafından, vokal partilerini, bazı tanınmış aktörlerin ve konuşmacıların, konuşma seslerindeki tonlamalara uyarlayarak, bu konuşmacıların bir nevi modellemelerini yaptığı birçok örnek, benzer amaçlarla uygulanmıştır. Bu kompozisyonlarda vokal müziğindeki tiksinti etkisi o kadar iyi vurgulanmıştır ki; bu metinler özellikle operalarda tekrar, tekrar kullanımıştır. Elbette böyle bir kompozisyonda besteci, genel olarak müzikte aranan estetik ve kulağa hoş gelen bir melodi oluşturma arayışından uzaklaşmayı da göze almış olmalıdır. Doğallığı en iyi şekilde yansıtmanın yolu, çoğu zaman kompozisyonun akışına aykırı duraklar, hızlanmalar veya düzenli yapıları alaşağı ederek, dinleyicide rahatsızlığı ifade eden doğal tepkileri ortaya çıkarmaktan geçer. Ayrıca melodiler, vokallerdeki düşüş ve yükselişleri izleyebilir. Wagner‟in, Parsifal‟de (1882) yaptığı uygulamalar, edebiyat ve resimle ilgili betimlemeleri, enstrümantal kullanımla pekiştirmiş, vokal kompozisyonlarında da natüralist bir anlayışı yansıtmıştır. Burada Wagner‟in birçok sanat anlayışını birbiri ile kaynaştırdığı, birçok sanatsal disiplini,  etkili planlamış bir ses örgüsüyle birbirine iliştirdiği bir sonuç ortaya çıkmıştır.  Aslında bu, çoğu natüralist sanatçının birincil hedefidir. Müzik, şiir ve drama gibi birçok sanat dalının bütünlüğünün sağlandığı bu hedef, 19. Yüzyılda Gesamtkunstwerk‟in (her şeyi kapsayan /ideal sanat eseri) yaratılmasını sağlamıştır. Bu idealin gerçekleşmesi için Wagner (1813 – 1883) öncülük etmişse de, bu konuda ilk belirgin natüralist örnekler Hugo Wolf (1860 – 1905) tarafından ortaya konulmuştur.

19. Yüzyılın ortalarında, erken Romantik dönemin hayal dünyasına tepki olarak ortaya çıkan natüralizm,  19. yüzyılın son yirmi yılında o kadar güçlendi ki;  batının tüm sanatsal aktivitelerini etkisi altına adı. Ancak bu dönemde folklike expression ve empresyonizmin de etkin olduğu bir döneme denk geliyordu. Bu yüzden, natüralizmin etkisindeki seçkin bestecilerde, dönemin diğer akımlarının da etkileri gözlemlenmektedir. Örneğin folklike‟ın sade pasajlarında, İtalyan vokal idealinden etkilenerek, özellikle Alman şarkıcılar tarafından, Ring operalarında bile uygulanmış olan sprechgesang tekniği, natüralist uyarlamalarla öne çıkıyordu. Bu tekniğin en belirgin özelliği, çok belirgin ve keskin vurguların kullanılmasıydı. Operada natüralizmin daha belirin olarak ortaya konulduğu örnekler ise, Mascagni, Ruggiero Leoncavallo ve Umbertino Giordino,  gibi bestecilerin elinden çıkan versimolardı. Versimoda kan dökme konusu işlenmekteydi. Pucicini‟nin, La Bohème (1896) ve Tosca (1900) eserlerinde ise öfke ve sinirlilik halleri de operaların konusu olmaktaydı. Operadaki bu natüralizm furyası Verdi‟nin Otello ve Fallstaff eserlerinde de etkili oldu. Aryaların lirik akışları, alışılmadık bir şekilde sürekli olarak dramatik sınırlarda tutulmuştu.

Natüralizmin etkisinin 1890‟larda en belirgin olduğu yerler ise Almanya ve Avusturya‟ydı. Kullanılan sıra dışı sahne efektleri gerçekçi unsurları çok fazla içeriyordu. Viyana‟daki bir performansta, Valhalla‟nın imha edilmesini konu alan Götterdümmerung‟un son bölümünde, müzik silah sesleri ve gök gürültüsü efektleriyle yükselmişti. Ve bu dönemde Sprechgesang tekniği, Alman şarkıcılar arasında ideal vokal şekli halini aldı. Bu dönemdeki pek çok Wagnerian şarkıcı da şarkılarını konuşurmuş gibi nidalarla seslendirme eğilimi gösterdi.  Hatta Lilly Lehmann ,bu vokal pratiğini, tüm kelimelerde ünsüz harflere vurgu yaptığı, sert ve eğlenceli bir hale getirmişti.
Natüralizmin gerçekçiliği ortaya koyarken aştığı sınırlar, haliyle bu akımın ilk zamanlarından bu yana övgüden fazla yergi almasına sebep olmuştur. Müzikteki natüralist eğilimler de birçok çevrede, sert tepkilerle karşılanmıştır. Sovyet Rusya‟da kültür bakanlığı görevinde de bulunan ve sanatta sosyalist realizmin kuvvetli bir destekçisi olan Andrey Aleksandroviç Jdanov‟un (1896 – 1948) natüralist müzikle ilgili görüşleri, realist birinin bile, natüralizme ne denli mesafeli yaklaşabildiğini ortaya koymaktadır.

Jdanov‟un görüşleri şöyledir:
“Şimdi de natüralist çarpıtma konusuna gelelim. Müziğin sağlıklı ve doğal ölçütlerinden uzaklaşmanın çok sık görüldüğü ortadadır. Kaba natüralist etkenler gittikçe daha büyük ölçüde müziğimize sızmaktadır. Müzik eserlerinde zillerin ve davulların olağandışı olması ve kural olmaması doğru bir şey değil midir? Müzik eserlerine her türlü doğal sesin alınmaması gerektiği açık değil midir? Oysa amaç ne olursa olsun geri bir adımı ifade eden bu affedilmez kaba natüralizm tutkusu aramızda ne kadar da yaygındır!

Açık söylemek gerekirse çağdaş bestecilerin çoğunun eserleri natüralist seslerle öylesine doludur ki, insana dişçinin dolgu makinasını ya da deyimi mazur görün, bir müzik cinayetini hatırlatmaktadır. Ama bunların hiçbiri güçlü eserler değildir.

Bu, akılsal olanın, yalnızca normal insan duygularının değil aynı zamanda normal insan aklının da ötesine atılmış bir adımdır. Hastalıklı bir durumun daha yüksek bir düzey olduğunu, şizofrenlerin ve paranoyakların çılgınlık nöbetlerinde, sıradan bir insanın normal durumunda ulaşamayacağı ruhsal doruklara ulaşabileceklerini öne süren moda “teoriler” bulunduğu bir gerçektir. Bu “teoriler ”in ortaya çıkması kuşkusuz bir rastlantı değildir. Bunlar burjuva kültürünün yozlaşma ve çürüme dönemine özgü teorilerdir. Böyle “deneyleri” çılgınlara bırakalım ve bestecilerimizden normal insani müzik yapmalarını isteyelim.

Müzik yaratıcılığının yasa ve ölçütlerinin bir yana bırakılmasının sonucu ne olmuştur? Müzik, ona kötürüm bırakmak isteyenlerden öç almıştır. Müzik, içerikten ve yüksek bir sanat değerinden yoksun kalır da kaba ve çirkin bir hale gelirse, kendi varlık nedeni olan gerekleri yerine getiremez ve müzik olmaktan çıkar.(1)”

Tüm tutucu yaklaşımların aksine, bu gün natüralist unsurlar müzikle iç içedir. Yakın tarihimize damgasını vurmuş olan müzik türleri ve uygulayıcılarının çoğunda natüralist etkileri açıkça görebiliriz.

Günümüzde üretilen pek çok müzik eserinde, doğadaki müzik dışı sesler ön plandadır. Doğadaki gök gürültüsü, deniz, rüzgar veya hayvan seslerinin kullanımının yanı sıra, farklı duyguları yansıtan çınlama, kırılma sesleri ve shyntisizer cihazlarıyla üretilen karmaşık frekanslar müziğin alışılmış parçası haline gelmiştir. Tiyatro oyunlarında ve filmlerde kullanılan müziklerde natüralizm bir sektör standardı haline gelmiş, dahası sözlü ve sözsüz dinleti eserlerinde bile bu sesler kendine yer bulmuştur.

60‟lı yıllarda ortaya çıkan ve giderek çeşitlenen popüler müzik akımlarından bu yana dünyayı kasıp kavuran düzenlemeler natüralizmin etkisindedir. Özellikle Michael Jackson‟un müzik dışı olarak kabul edilen sesleri sıklıkla kullandığı pop müzik kompozisyonları, sonraki tüm popüler müzik akımları için ilham kaynağı olmuştur. Yine elektronik müzik devrimi sonrası ortaya çıkan elektriksel ses anomalileri, 21. Yüzyıl müziğinin vazgeçilmez parçası haline gelmiştir.
Natüralizmin ilk ortaya çıktığı dönemde, şayet var olsaydı enstrüman kategorisine bile alınması mümkün olmayan teremine, shyntisizer gibi enstrümanlarla sergilenen performanslar, günümüzde çoğu zaman onlarca akustik enstrümanla gerçekleşen konser organizasyonlarından daha çok dinleyiciye ulaşmaktadır.

Kısacası, bu günün yükselen müzik akımı ve müziğin geleceği, natüralist müzik olarak ön görülebilir.

(1) “Natüralizm”, Andrey Aleksandroviç Jdanov, erişim 1 Ocak 2019;  http://kutuphane.halkcephesi.net/zhdanov/natu.html?fbclid=IwAR3Uqd6ryDDyRK16h3sqjHyEPGSHr1ZCXvPOQaIMq9u KOVXMxHwTvouJwLI

KAYNAKÇA 
1. Çıvgın, İzzet ve Yardımcı, Remzi (2009), "Çağdaş Dünya Tarihi" Ankara:Eğiten Kitap ISBN 9750136306.
2. Armaoğlu, Fahir, (Son baskı:2016) 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914, İstanbul:Timaş Yayınları ISBN 9786050811902.
3. Sander, Oral (1.baskı 1989 Son baskı:2016) Siyasi Tarih 1. Cilt (İlk Çağlardan 1918e), İstanbul:İmge kitabevi Yayinlari ISBN 9789755330433.
4. Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi,  Remzi Kitabevi, 2.Basım, İstanbul / 1985
5. "Naturalism." Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003.
6. "Naturalism", in The Encyclopedia of Philosophy, Macmillan, 1996 Supplement, 372-373.
7. "Realizm (19.yy 2. yarısı)". Arkhe Sanat. Erişim tarihi: 23 Aralık 2018.
8. Champfleury, Jule-Français (1857). Le Realisme (Fransızca). Paris: Michel Lévy. s. 2.
 9. Campbell, Donna M. "Realism in American Literature" (İngilizce). Wsu.edu. Erişim tarihi: 23 Aralık 2018.
10.  "Realism definition of Realism in the Free Online Encyclopedia". Encyclopedia2.thefreedictionary.com. 2000. Erişim tarihi: 23 Aralık 2018.
11.  "Gerçekçi (Realist) Tiyatro". www.etiyatro.net. 18 Kasım 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 23 Aralık 2018.
12. Ulusoy Önbayrak, Nilay. "Sanatta Gerçeklik İçerisinde İtalyan Yeni Gerçekçiliği". Dergipark. Erişim tarihi: 23 Aralık 2018.
13. Kolb, Edward; Michael Turner (1988). The Early Universe. Addison-Wesley. ISBN 0-201-11604-9.
14. Alpher, R. A.; R. Herman (August 1988). Reflections on early work on 'big bang' cosmology. Physics Today. pp. 24–34.
15. Dumont, Jean-Paul, Antik Felsefe,Çev., Yergüz, İsmail, Dost Kitabevi Yayınları, 2007, ISBN 9789752982864.
16.  Yıldız, Merve,  “Evrimin Teorisi İle Tanıdığımız Charles Darwin’in Hayatından İlginç Ayrıntılar”, erişim 3 Ocak, 2019, ;  https://listelist.com/charles -darwin-kimdir/
17. Boşnak, Mehmet, Akif Hakan Kurt ve Selma Yaman, “Beynimizin Müzik Fizyolojisi(Music Physiology Of Our Brain)”,   erişim 3 Ocak, 2019, ; http://dergipark.gov.tr/download/article file/322279?fbclid=IwAR3Rb0HxziuUuveJ67Bl6z1JBvxYcpUn7IMCyU6EQ47eUnc6BCWhH -earmk
18. Kravit, Edward F., The İmpact of Naturalism on Music and the Other Arts during the Romantic Era, erişim 25.12.2018;  https://www.jstor.org/stable/429469
19. Frank, Paul L., Realism and Naturalism in Music, erişim 25.12.2018;  https://www.jstor.org/stable/426619
20. Finger, Anke and Danielle Follett (eds.) (2011) The Aesthetics of the Total Artwork: On Borders and Fragments, The Johns Hopkins University Press
21. Grey, Thomas S. (ed.) (2008) The Cambridge Companion to Wagner, Cambridge University Press. ISBN 978-0-521-64439-6
22. Koss, Juliet (2010) Modernism After Wagner, University of Minnesota Press, ISBN 978-0-8166-5159-7

9 Kasım 2018 Cuma

Modern müziğe yolculuk - 1





            İnsanoğlunun müziği ne zaman, nasıl keşfettiği insanlık tarihiyle alakalı pek çok bilinmezden biri olsa da, taşlar ve kemik par çalarının insanların ilk enstrümanları olduğu ve müzik deneyiminin öncül örneklerinin bu aletlerle ortaya çıktığı varsayılmaktadır. Henüz konuşma yeteneği edinmemiş küçük çocukları gözlemlediğimizde de, dürtüsel olarak benzer şekilde ritimsel kalıpları kullandıklarını ve gerek çeşitli gereçleri kullanarak, gerek el çırparak, gerekse heceleyerek ritmik sesler çıkardıklarını görebilir ve ilk insanların müziği ile ilgili fikir edinebiliriz.

            Dilin tek başına etkili kullanılmadığını var sayacağımız bu çağlarda müzik, iletişimi kolaylaştıran bir araç olarak düşünülebilir. Ancak daha önemlisi, insanın kendini ifade etmekten ziyade tabiattaki sesleri taklit ederek doğa olaylarına hakim olmak,  yabani hayvanlardan korunmak ve büyü, tapınma gibi amaçlarla müzik yaptığı öngörülmektedir. Bu ölçekte müzik yapmak amaç değil, çeşitli şeyler için araç olarak kullanılmış, insanoğlu müziğin işlevsel yönünden faydalanmıştır.

Araştırmalar; ilk çağlardan, nispeten yakın geçmişe kadar müziğin keyif aracı olarak veya mesleki amaçla icra edilen bir olgu olmadığını ortaya koymaktadır. Öyle ki; bu gün dinlerken bizi sakinleştirmesini, ruh dinginliği ve zihinsel rahatlama sağlamasını beklediğimiz müzik, büyük olasılıkla söz konusu eski çağlarda çoğu zaman yüksek ses şiddeti oluşturarak, tehdit oluşturan başka canlılara gözdağı vermek ve insanın cılız sesini, doğanın ruhlarına veya tanrılarına duyurabilmek gibi amaçlarla yapılıyor, dolayısıyla bu günkü “güzel” algımıza göre büyük farklılık gösteriyordu.

Müziğin yapı ve süreç tandanslı değerlendirilmesi noktasında, yazılı kaynaklar bakımından diğer kültürlere oranla daha fazla bilgi edinebildiğimiz; eski Mısır, Hint, Yunan ve Çin kaynaklarından yola çıkarak, müziğin eski çağlarda“tek sesli” olduğunu görebiliriz. Bu müzikal gelenekleri genelleyerek; “tek seslilik” ana başlığında ele almış olmamıza karşın, tüm bu kültürlerde farklı yapıların ve anlayışların olduğunu göz ardı edemeyiz.

Konuyu biraz daha detaylı irdeleyecek olursak bilinen en eski müzik Çin müziğidir. Çin müziği ve çalgıları zamanla çevre ülkelere ve Avrupa'ya da yayılmıştır. Çinli düşünür Konfüçyüs, müziğin eğitimde ve devlet yönetimindeki etkisini detaylı olarak irdelemiştir. Konfüçyüs; “Müzik devlet kurar, devlet yıkar”  diyerek, daha 2500 yıl önce, müziğin etki gücüne işaret etmiştir. Yine Konfüçyüs’ün; “Bir ülkenin doğru yönetilip yönetilmediğini, ahlak açısından yücelip yücelmediğini anlamak mı istiyorsunuz? O ülkenin müziğini dinleyiniz.” Sözleri Çin kültüründe müziğe nasıl yaklaşıldığının manifestosu sayılabilir.

Çin'in ses dizisi 12 notaya dayanır ve do-sol-re-la-mi seslerinden meydana gelen, 5 sesli pentatonik dizi içinde ortaya çıkmıştır.

Bir diğer önemli kültür olan antik Mısırda ise, müziğin dini ritüellerde ve günlük yaşamda sıkça kullanıldığı, hatta kadınların eğlence amaçlı olarak da müziğe dans ile eşlik ettikleri bilinmektedir. Bu kültüre dair bulunan hiyeroglifler, bu tespiti doğrularken, antik Mısır kültüründe başta flüt ve arp olmak üzere def, darbuka, sistron, trompet, çitara, su ile işleyen org en çok kullanılan enstrümanlardır.

Orta Asya müzik kültürlerinde ise en iyi örnek Hint müziğidir. Bu müzik kültüründe müzik doğaçlama yapılır. Bunun yanı sıra Hint müziği makamsal bir müziktir. Hint makamları “Raga” ismiyle anılır. Bilinen 132 Raga vardır. Her Raga değişik zamanlarda, farklı görevler için kullanılır. Tambura, vina, sitar ve davul Hint müzik kültüründe önemli bir yere sahiptir.

Müziğin yapısal gelişimi açısından en önemli müzik kültürü ise antik Yunan olarak kabul edilir. Çünkü antik Yunan müziği, Asya ve Avrupa kıtalarının sınır noktasında ortaya çıkmasının da etkisiyle geçirgenliğe daha açık bir müzik olmuş, Avrupa müziğinin, Asya müziğindeki enstrüman çeşitliliğinden de yararlanarak şekillenmesine zemin hazırlamıştır.

Antik Yunan'da dans, şiir ve dinsel törenler birbirinden ayrılmaz bir bütündür. İlk Ilyada ve Odessia'da müzik, tanrısal bir uyarı ve insan kişiliğini etkileyen bir güç olarak belirtilir. Antik Yunan müziği de her ne kadar tek sesli bir yapıda olsa da, Pisagor’un çalışmaları sayesinde, bu gün dünya genelinde kabul gören ve 7 notadan oluşan nota sisteminin temelleri antik Yunan’da atılmıştır. Yine Bu kültürde ortaya çıkan müzikal gelenek, bu gün yaygın olarak kullanılmakta olan çağdaş çok sesli müziğin temellerini oluşturmaktadır.

Müziğin yapısal evrimindeki en önemli dönüm noktası ise 9. Yüzyıl olmuştur. Bu döneme kadar, çok sesli (Polifonik) müzikten söz edemezken,  9. yüzyılda Paris’teki Notre Dame kilisesinde çok sesli müziğin ilk örnekleri ortaya çıkmıştır. Bu zamana kadar estetik kaygısından daha çok, işlevselliğin önemsendiği müzik, bu noktadan sonra giderek estetik kaygısının daha öne çıktığı bir olguya evrilmeye başlamıştır. Çünkü çok seslilik kavramı, orkestrasyon gerektiren, farklı enstrümanların birlikte belli bir uyum ve disiplin çerçevesinde hareket etmesiyle dinleyiciye de, icracıya da o zaman kadar tanık olmadıkları bir müzik deneyimi sunmuştur.

Elbette müziğin bir sanat alanı olarak kabul görmesi ve sonrasında sektörel bir faaliyete dönüşmesi, ilk çok sesli örneklerden sonra, yüzlerce yıl sürmüştür. Ancak çok seslilik kavramı; müzikte çağdaşlık, elitistlik, sınıflar arası sınırsallık gibi kavramları da beraberinde getirmiş ve ortaya bu sınırsallığa tepki olarak sayısız türün çıkmasına da neden olmuştur.

KAYNAKÇA
 Alaftan, Sadi, Tek Sesli Müzikten, Çok Sesli Müziğe (Kasım 2018)
http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2015-2/24.pdf (Adresinden Alıntıdır)
Sarı, Emre, Müzik Tarihi, Nokta E-book Publishing, 2016
Deren, Seçil, Kültürel Batılılaşma, Leiden Üniversitesi, Mart 2002.
Mimaroğlu, İlhan; Müzik Tarihi, Varlık Yayınları, İstanbul, 1990.
Öztuna,Yılmaz, “Majör ve Minör Gamlar”, Türk Musikisi Ansiklopedisi, MEB Yayınları, İstanbul, 1974, Cilt: 2.

Müzikte Estetik ve Değişim


             
            İnsanlık tarihi ile ilgili ulaşılabilen en eski kaynaklarda bile, insanların farklı amaçlar için de olsa, bugün “sanat eseri” olarak nitelediğimiz pek çok eseri ortaya çıkardıklarını anlayabiliriz. Bu eserler arasında, her ne kadar çoğu günümüze aktarılamamış olsa da, müziğin çok önemli bir yere sahip olduğunu biliyoruz.

İlk çağlarda bir sanat eserinin ortaya çıkışı, ne kadar işlevselliğe yönelik olsa da, teknik ve teknoloji geliştikçe resim ve heykel gibi eserlerin işlevi kadar, göz zevkine hitap etmesi için de gayret sarf edildiğini görürüz. Bu tespite göre; insanlığın her çağda estetik eğilimi olduğunu öne sürmek mümkündür.

            Peki, nedir bu estetik? Bir olgunun estetiği neye göre ölçülür ya da bunu kimler, hangi değer yargıları ile toplumun önüne sürmektedir? İşte bu sorular, tarihler boyunca farklı yaklaşımlara göre, farklı şekillerde cevap bulmaktadır. Özellikle filozofların müzik ve estetik konusunu eserlerinde sıkça ele aldıkları görülmektedir.  Müzik, bir Yapıcıya, bir Uygulayıcıya, bir Dinleyiciye, bir de Eleştiriciye ihtiyaç duyduğu için, kendine özgü bir oluşum-gelişim süreci içinde oluşmaktadır. Ayrıca, müziği yapan, yaptığını çoğunlukla dinleyiciye kendisi iletemiyor, bir aracıya gerek duyuyor. Bu aracıyı yerine göre “sanatçı”, “virtüöz”, “okuyucu” olarak belirtebiliriz. O halde müzik sanatına hayat vermede, öteki sanat dallarına karşıt anlamda bir gerçek var; yani: “Yapıcı-Uygulayıcı-Dinleyici-Eleştirici ”den oluşan dörtlü bir çabanın ortak katkısı, apaçık görünen bir gerçek.

            Bu noktada, istesek de istemesek de, müzik sanatına da yöneltilecek olan “Güzel!” yargısının, yani estetik bir yargının niceliği ve niteliği üstünde durmamız, düşünmemiz gerekiyor. O halde “güzel” sözcüğünü estetik bir terim olarak değerlendirebilmenin uyacağı prosedür nedir? İşte böylesine bir sorun karşısında, her şeyden önce, büyük filozof Immanuel Kant’a (1724-1804) yönelip, bu akılcı insanın, “Güzellik Yargısını nasıl yorumladığını kısaca incelemek gerek.

            Kant’a göre, güzelin ve güzelliğin vereceği heyecanı, bir anda ve düşünmeden oluşturuvermişsek, o yargı “a priori” yargıdır, yani Kant’a göre, herhangi bir ön hazırlıktan beslenen bir bilgiye, deneye ve bulguya dayanmadan ve deneyi ancak yargının verildiği anda kendisiyle birlikte getiren yargı, “a priori” yargıdır. Yine Kant’a göre, önceden yapılmış bir hazırlığa, deneye, bilgiye ve bulguya dayanarak ve düşün potansiyelinden de gereğince yararlanarak oluşan bir yargı ise, “a posteriori” yargıdır. Buna karşın bazı düşünce akımlarına göre güzellik ve estetik kişiden, kişiye değişiklik göstermektedir. Toplumların sahip oldukları değer yargıları, sanattaki estetiğin değerlendirilmesi noktasında büyük rol oynamaktadır.

Müzik konusunda konuda birbirinden farklı olan görüşler olduğu gibi, bu farklılıkların arasında ortak yaklaşımlar da mevcuttur. Örneğin; biri antik Yunan’da, diğeri eski Çin’de olan iki farklı düşünürden, Pythagoras ve Konfüçyüs bu konuda pek çok farklı görüşe sahip olsalar da; müziği, birbirine koşut olarak varlık bilimsel ve insan bilimsel tarzda ele almış, daha sonraki yüzyıllarda müzik felsefesinde belki de en etkin ve yaygın bir anlayış olarak görülecek olan ‘duyusal-etki öğretisini’ benimsemişlerdir.

Tüm bu önermelerden ve fikirlerden yola çıkacak olursak, müzikte ve sanatta estetik algısının zamana ve kültür farklılıklarına göre farklı yorumlandığı ve sürekli bir değişim içerisinde olduğu yargısına varabiliriz.
           
           
Kaynakça;

ALTAR. C. Memduh (2018, Kasım). ESTETİK YÖNLERİYLE MÜZİK

http://cevadmemduhaltar.com/estetik-yonleriyle-muzik.html/ adresinden alındı.
Mutlu. Kubilay ( 2018, Kasım). MÜZİKSEL ALGILAMADA TEORİ PRATİK BAĞLANTISI (NEXUS): SOSYOKÜLTÜREL BİR MUTABAKAT OLARAK PERDE (PITCH)
Didem Hoca. (2018, Kasım). Sanat Felsefesi Ve Estetik.

Farksız'lıklarımız Üzerine...



Evreni; ilk anından bu yana incelemek, insanı varlığıyla ilgili sayısız şaşkınlığa düşürüyor.  Bir yandan hepimizin, gezegenimizden milyarlarca ışık yılı uzaktaki yıldızların birer parçası olduğumuz gerçeği, diğer yandan mikro kozmos ölçeğinde hayatımızı paylaştığımız organizmalar ve enerjinin farklı bir hali olarak bildiğimiz tüm somut şeyleri oluşturan atomlar ve atom altı parçacıklar. Ünlü felsefeci Manly Palmer Hall’ın “Mikroskop insana önemini gösterdi, teleskop da önemsizliğini” sözü aslında evrendeki yerimizin en gerçekçi ifadesi değil mi?

Hubble’dan bu yana, henüz 13,7 milyar ışık yılı kadarını fark edebildiğimiz evrenin her zerresindeki continuum başta çılgınca gelebilir, ancak birbirleriyle alakasız gibi görünen şeylerin, aynı amaç için bir araya gelişi, yaşamı daha anlamlı kılar.

Evrendeki Continuum’dan bahsederken, sadece zıtlıkları ve ortaklıkları ele almak, güneşin sadece bir gök cismi olduğunu söylemek kadar yersiz bir yaklaşım olur.  Nasıl ki güneş, dünyamız için, hem ısı, hem ışık, hatta yaşam kaynağı ise, evrendeki continuum da içerisinde zıtlıklar, ortaklıklar barındırdığı gibi; sistemli bir süreklilik ve tüm bunlarla ilintili bir estetik barındır.

Mesela eski Roma’daki çok tanrılı inanışlarda, tanrıları kutsamak için kullanılan heykellerin ve resimlerin,  tek tanrı inancına sahip kiliselerdeki resim, heykel hatta müzik gibi sanat dallarına yansımaları, Continuum olgusunun estetik üzerindeki etkileri için de iyi bir örnek olacaktır.

Sonuç olarak farklılıklarımız ne kadar çok olursa olsun, bedenlerimiz de, ruhlarımız da her zerresine kadar birbirine ve evrenin geri kalanına doğrudan bağlıdır. Üstelik bu bağ, içerisinde sayısız uyumsuzluk ve düzensizlik olsa da zamanın başlangıcından, evrenin sona erişine kadar tartışılmaz bir süreklilik içerisinde bizi biz yapar. İşte yaşamı anlamlı kılan bu Continuumdur.